12 Şubat 2011 Cumartesi

Bir pantolon, bir düş ve henüz yapılmamış bir heykel

Geleceği ile yüzleşmek için yola çıkmıştı. Onun yerine futurizm ile yüzleşeceğini kesinlikle tahmin edemezdi. Soğuk ve şehirdışı bir sahildi. Bir şey bulmuştu. Belki bir cevap. Ama soruyu hatırlayamadı. Yok olmadı. İnanılmaz gibi geliyor ama olmadı. Soracağı soruyu hatırlayamadı. Bir çingene şarkısı mıydı? Neydi? Kulaklar mı yoksa salt dudaklar mıydı? Neydi? Hatırlayamadı. 


Lili: Sen ki Yesenin’e gücendin bitirdi kendi şiirini diye

Şimdi tutmuş benim bitmemiş şiirlerimi Lili Brik’e verin demişsin

Hem bitirmişsin şiirini hem de mutlusun ama istiyorsun ki bitmemiş olan da bitsin...


Tomas: Bu şairler erken emekli oluyorlar hayattan. Bir tanesi vardı en güzel şiirini yazdı 22'sinde bir de ölmeden önce yazmıştı bir tane şiir mi vasiyet mi neydi? Sonra ondan etkilenen bir çocuk vardı mavi gözlüydü, kimine göre devdi.Sürgünlere gitti.Uyarına gelirse bir de çınar demişti taş maş da istememişti. İşte o bir kere demişti ki “Sevdim bütün kadınlarımı, aldattım da”. Sonra bir Alman ozanı vardı o da çapkınmış. Benden duymuş olmayın ama bir kere karısı demiş, gazeteler de yazmışlar beyaz üzerine simsiyah”Brecht sadıktı, ama tüm kadınlara...” 

Ben mi? Beni bilemediniz mi? Tomas ben. O dayanılmaz hafifliğin peşinde koşan. “Einmal ist keinmal” deyiminden doğan Tomas. Roman kahramanları gerçek insanlar gibi anneden doğmazlar. Bir söz ya da bir “düşün”cenin itici gücünden doğarlar. Bir de Nietzche’nin ebedi dönüş düşüncesi şaşırtmıştır herkesi.Düşünün bir kere, her şey tıpkı ilk yaşandığı biçimiyle yineleniyor ve yinelemenin kendisi de sonsuza kadar koşuluyla yineleniyor. İşte bu nedenden dolayı kafamı bu kadar kurcalıyor bu hafiflik ve ağırlık mevzuları. Çok düşününce kızar bazıları. 


Mayakovski de onlara kızmış bir keresinde ve demiş ki

”Düşünceniz
Sünepe beyninizde yatar ya miskin miskin
Yağ bağlamış bir uşak yatar gibi pis bir yatakta
Çileden çıkararak kanlı paçavralarıyla yüreğimin
Alaya alacağım onu, hınzır ve hayta”

Bu kadar dinlemeniz bile beni, inceliğinizi gösteriyor ne yazık ki gitmeliyim. Bekliyorlar beni arkadaşlarım. Tereza,Sabina, Vladimir ve Lili.

Yok canım. Tomas da gitti. E napsın çocuk da? Yürüsün biraz. Sonra bir Heykel bulsun düşerken. Düş erken. Düşe yazar. Düşerkalkar düşerdüşmez.Düşe kalır.Düşer-yazarlığı da var madem. Düşün düşün.Yok siz kalkın bu benim düşüm.Düşüm içinde düşüm. Gerçeğe yaklaşmam imkansız.İmkansız gerçek olan. Çelişkili olsun diye değil. Vallahi değil. Gerçek imkansızdır. Şimdi burdaysam ve bu gerçekse başka yerde olmam imkansızdır. O yüzden gerçek imkansızdır.Düşer-gezer olsun bu çocuk da . Düşer-gezerken düşerayak bir heykele tutunsun düşünde düşünmeden.

Çocuk düşerken bir heykele tutunur. Henüz yapılmamış ve bu yüzden imkansız olmayan bir heykele. Bembeyazdır heykel. Genişçe bir pantolondur askılı.Ve içi bulut dolu. Köpük gibi süt gibi taşmış bulutlar pantolondan dışarı.Hani demin Tomas’ın bahsettiği Vladimir var ya. İşte onun bahsettiği bir kendi var. “Bozguna uğratarak dünyayı sesimin gücüyle yürüyorum yakışıklı 22 yaşında” işte sonrasında devam ediyor anlatmaya dünyaya başkaldırısını nasıl yaptığını. Bir çingene şarkısı gibi yaşadığını anlatıyor bir mektubunda; gündüzleri çamurlarda yuvarlanıp, geceleri kulakları yalıyor fısıltılarıyla. Heykele özünü veren fikrini son dörtlükten önce paylaşır bizle :

“İster misiniz
Ten kudurtsun beni,
-ve gök gibi renk değiştirerek ansızın-
İster misiniz
Öylesine yumuşayım, sevecen olayım ki öylesine
Hani,erkek değil de, pantolonlu bir bulut desinler bu!”

İşte sözkonusu düş bu. Düşün düşün bu düşün içinden çıkamadım.Düşdüm.Düştüm.Düşerken diyorum işte düşünmeden tutunayım bu düş heykeline.Süt gibi köpürmüş taşan bulutlar pantolondan. 
-Hey bayım. Burada, pantolonla ilgili bir hikayesi olan hani o ütü yapan İrlandalı var ya,burada...Yıllarca gelmeyecek olan Godot’u kahramanlarına bekleten. Sonunda tek nefesle özetleyen o ebedi döngümüzü.

Samuel: Her seferinde daha kötü anlatıyorum bu hikayeyi. Olsun. Bir İngiliz terziye gitmiş kendisine bir pantolon diktirmek için. Terzi bir hafta sonra gelin alın demiş. İngiliz gelmiş bir hafta sonra. Terzi umursamaz pantolon bitti ama paçalarını biraz geniş yapmışım, bir hafta sonra gelin alın. Bir hafta daha geçmiş İngiliz gitmiş pantolonu almaya, terzi umursamaz belini bozdum biraz paçaları yaparken iki hafta sonra gelin demiş. İki hafta daha geçer. İngiliz hışımla dükkana girer ve sorar terziye:”Tanrı bile dinyayı altı günde yarattı sen bir pantolonu bir ayda yapamadın!” Terzi eline almış pantolonu şöyle bir titretmiş bileklerinin üstünde: “Ama bayım bir şu pantolona bakın, bir de dünyanın haline”

Dünya gerçektir burada pantolon ise düş. Ve size söylüyorum başlangıçla son arasına sıkışmışsınız. Dünyadasınız işte ve bunun bir çaresi yok.

Samuel de gitti. Kaldık mı biz bir pantolon bir düş bir de henüz yapılmamış bir heykelle.Düşünelim bakalım ne yapılır bunlarla. Bir kere şiir yazmak için her zaman bir parça bulut gerekir. Fikri bile inanılmaz geliyor henüz yapılmamış bir heykelin. Peki ya pantolon, bunlar sanırım bir oyundan düşmüşler düşümüze.Bir şiirden düşmüşler düşümüze.Bir görüntüden düşmüşler düşümüze.Hepsi de düşmüşler, “düş”müşler.
Ve bir zaman ,hesap vereceğim zaman birilerine; biliyorum bana soracaklar: “Düşlerini ne zaman kaybettin çocuk?”

Cevabım asla “22 yaşında” olmayacak.

Hiç yorum yok: